SAKATLIK VE PROFESYONELLİK


Malum, Galatasaray hiçbir şeyden çekmemiştir sakatlıktan çektiği kadar...
Geçen sene sakatlanmayan futbolcusu yok! Üstelik sakatlanan da 2-3 aydan önce geri dönmemiş! Baros'un ayak bileği kırılmasa, geçen sezon herşeyin çok daha farklı olmayacağını kim iddaa edebilir? Linderoth'un kariyerinde 2 haftayı geçen sakatlığı yok, adam bize bir geldi futbol hayatı bitti! Tabi herşey şanssızlık da değil, namımız yürüsün diye bu işin piri Gökhan Zan'da hemen boşuna alınmadı:)

Bu sene radikal bir kararla Ankaragücü'nden sağlık ekibi transferi yapıldı ama yine aynı tas aynı hamam. Cana ve Pino diye iki tane adam alındı, daha adamları yarımşar devre izleyebildik. Yine yenilerden Çağlar zaten sakat gelmiş yüzünü göremedik. İlk yarıyı kapadı falan diyorlar sinirleniyorum, ne zaman açtı da kapadı arkadaş!
Milli maç oynuyoruz, kimsede birşey yok bizim kadroda dört adamımız var , ikisi sakat en az 2-3 hafta yoklar! Arda bileğine o darbeyi aldığı an hemen çıksa, belki dönüşü bu kadar uzamayacaktı ama milli maçta zora girecekti.

İşin bir başka boyutu da sakatlanan adamın, olayı tatil gibi görüp, g.tü göbeği sermesi durumu. Bu adam tamamen iyileşip döndüğünde bile eski formuna dönmesi 2-3 haftayı buluyor. Maalesef klasik Türk ve güney Amerikalı futbolcu modeli bu! Gerçekten profesyonel adamlar ise böyle yapmıyor. Misal Kewell'ın bilinen kronik sakatlığı ve hastalığı var, belli periyodlarla takımdan uzak kalıyor ama döndüğü ilk maç sahanın en fazla koşanı, mücadele edeni o! Misal Baros, geçen sene neredeyse hiç oynamadı ama döndüğü gibi golleri sıralamaya başladı. Sahada da sanki hiç sakatlanmamış gibi ikili mücadelere balıklama dalıyor. Bu bir mucize falan değil tabiki adam bu işten ekmek parasını kazandığı için, formasına, taraftarına saygı duyduğu için alçılı ayakla ağırlık çalışıyor. Galatasaray taraftarı da bu iki adamı boşuna bu kadar sevmiyor!

Bu, uzun süren sakatlıktan dönen adamın korkaklaşması konusunda en güzel iki örnek Baliç ve Uğur Uçar'dır.

Baliç; Bursaspor'da ve Fenerbahçe'deki ilk yıllarında acayip süratli, fiziğini kullanan tabanca gibi bir adamdı. Real Madrid'e gitti işte daha ne olsun. Ordaki büyük sakatlığı sonrası Türkiye'ye döndüğünde, sol kanatta topu aldığında dribling yapmak zorunda kalıcam korkusundan orta sahadan orta yapan, uzaklardan haldır huldur şut atan vasat ve basit bir topçudan fazlası değildi.

Uğur; hepimizin çok şeyler beklediği, görerek orta yapabilen, çabuk, mücadeleci bir gençti. O uğursuz Konya maçında, buzla kaplı sahada, Batista ayısı ile çarpışıp diz kapağını kırdığında, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hepimiz biliyorduk. Artık ikili mücadeleye girdiğinde gözünü kapayan, rakip sert girerse diye top sürmekten korkan bu çocuk Galatasaray'a maalesef sağ bek olamazdı.

Yorumlar

  1. türk gibi başla, ingiliz gibi bitir.

    ne kewell ne de baros ingiliz değil ama ikisi de ingiltere'de uzun yıllar top koşturmuş futbolcular.

    o yüzden bence bu söz bir kez daha doğruluğunu kanıtlamış bulunmakta.

    YanıtlaSil
  2. Ah o İngiliz'ler birde Dünya kupasında bitirebilse :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

FELİPE MELO RÖPORTAJI

Djiehoua: Futbol Canavarı

HAYATIMIN FİLMLERİ #41.Ip Man#

HAYATIMIN FİLMLERİ #46.The Pianist#

Şampiyonlar Ligi 3.torba aşkına

Transferdeki akıl durgunluğunun son adımı: Engin Baytar

HAYATIMIN FİLMLERİ #30.Rain Man#

35'lik Cris ve Cruzeiro 2003

HAYATIMIN FİLMLERİ #31.Old Boy#

SPOR TARİHİNİN EN BÜYÜK 10 AYARI